HAYATTAN KONULU ŞİİRLER

İçindekiler

ÖĞRETMEN.. - 1 -

NAHOŞ ŞAKIRTI - 2 -

ZEMZEM-İ ZAM ZAM... - 3 -

TEMEL YIKILDI - 4 -

ASKERİN HASRETİ - 6 -

ASKERİN BEKLEYİŞİ - 7 -

ASKERİM GELEMEM... - 8 -

ASKERİN UMUDU.. - 9 -

KÜÇÜK GURBETÇİNİN AYRILIŞI - 10 -

BİLEMEDİM KİM OLDUM... - 11 -

BİR DAHA.. - 12 -

PUL OLDU GÖNÜL. - 13 -

YALNIZ MABET. - 14 -

İSYANIM FİLAN YOK. - 15 -

ANAM... - 16 -

BABADAN BABAYA.. - 17 -

ŞİİR SANATI ÜZERİNE. - 18 -

UKELA.. - 19 -

DAHA AZ MISIN?. - 20 -

BULAMADIK. - 22 -

NE ARARSINIZ. - 23 -

SANA BEN NE DİYEYİ - 25 -

ASKERİN ÇAY SOHBETİ - 27 -

GELİN ÂŞIKLAR. - 29 -

NE YAPMALI - 31 -

YALAN DÜNYA.. - 32 -

CADDEDEN GEÇENLER. - 33 -

GÖZ AĞRISI - 35 -

GURBET ELİN GELİNİ - 36 -

YAVRUCUĞUM... - 38 -

EVİMİZİN BEYİ GELECEK. - 39 -

ÖĞRETMENİM... - 40 -

ŞİKÂYETİM İSYAN DEĞİL. - 41 -

ÖĞRETMEN ÖĞRETTİ - 42 -

ÖĞÜT. - 44 -

G   A   P. - 45 -

YUNAN’A.. - 47 -

ARKADAŞ. - 49 -

DOST. - 50 -

KAÇAMAK. - 50 -

MER’ET. - 51 -

ÇALIŞ. - 53 -

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖĞRETMEN

(Şehit Öğretmenlere)

 

Açmış defterini pilanını yazar,

İnce hesaplarla yorulmuş öğretmen.

Öyle bir dalmış ki sevdasını yazar,

Bulanıp, bulanıp durulmuş öğretmen.

 

Rüyasında bile sınıfta anlatır,

Üstüne örttüğü kılıfta anlatır.

Ona aşkı sorsalar, bir hafta anlatır,

Gönül sevdasıyla sarılmış öğretmen.

 

Çevre şartlarına göğsünü gererken,

Bir gül bahçesinde güllerin dererken,

Akşamüstü dönüp, eve girerken,

Kurşun yağmuruyla vurulmuş öğretmen.

 

Susuz mu kalacak diktiği fidanlar?

Doldurur yerini başka civanlar.

Ödül beklenmeyen davayı kim anlar?

Toprağa verirken sorulmuş öğretmen.

 

Öğretmen Emin’im korkmam bu davadan

Ne çıkar güneşe vurulan sıvadan;

Bakmışlar da ona yedi kat havadan,

Daha yükseklerde görülmüş öğretmen.

 

                                       24.11.1997

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NAHOŞ ŞAKIRTI

 

 

Güya bülbül olmuş, aşk ile şakırdı,

Alkışlar duyunca daha çok bağırdı.

Hal buysa alkışlar alaydı, gırgırdı,

Sükuneti bozdu bu nahoş şakırtı.

 

Deli, deli uçup durması var mı ya…

Ne bülbüle benzer, ne biraz arıya;

Bir günde yorulmaz, ama gör salıya;

Hırıltı olacak bu nahoş şakırtı.

                               07.12.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ZEMZEM-İ ZAM ZAM

 

 

Zemzem-i zamzamdan su içti sakinler,

Hicazdan, hüzzamdan vazgeçti sakinler.

 

Bu zemzem başkadır, zamzamlı kamudur;

Düşün taşın beş yıl, evhamlı konudur.

 

Bu zamzam suyu yaktı, sarhoş etti;

Bir azman evleri yıktı, bomboş etti.

 

Eyvahlar duyulur bak yine her günkü

Pişmandır garipler, perişandır; çünkü…

 

Zemzem-i zamzamdan su içti sakinler,

Gelecek eyyamdan vazgeçti sakinler.

                                       12.12.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TEMEL YIKILDI

 

 

Adalet mülkün temeli denir,

Temel yıkıldı, mülk kalır mı hiç…

Bir torpil olur, bin rüşvet yenir,

Kararmış kalpte nur kalır mı hiç…

 

Yalana, dolana dolaşıp kaldık,

Geçim derdine ilişip kaldık;

Harama toptan alışıp kaldık,

Böyle dünyada ar kalır mı hiç…

 

Diner mi sandın garibin yaşı,

Alnını deler denizin taşı;

Rüşvetle başlar her işin başı,

Yoksul terinden zevk alır mı hiç.

 

Bir lokantaya girsen faraza

Fiyat listesi durur boğaza;

Ütülür orda cüzdan alaza,

Girdin bir defa, terk olur mu hiç…

 

Her gün tükenmez hayaller yenir,

Hayal market de bir gün tükenir;

Zalim merhuma iyidir denir,

Melun diyecek er kalır mı hiç…

 

Adlin yerini riyalar aldı,

Sonumuz meçhul, ama az kaldı;

Nursuz aydınlar sanki daraldı,

Devleti soyarlar, halk alır mı hiç.

                               16.12.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ASKERİN HASRETİ

 

 

Uçun kuşlar uçun, durmayın burada,

Sizleri bekliyor yaşatan iklimler.

Dolup boşalırken, sizlerden sonra da,

Bizleri saracak yaşatan iklimler.

 

Yaşamadık ama ölmedik burada,

Hayat bir yapraktır dalında kurada;

Ya hazan ya kıştır, başka yok sırada,

Hasrettir askeri kuşatan iklimler.

 

Asker ocağına kin tutmuş anlama,

Dağ gibi yüklenen hasretmiş adama;

Bizleri erdemle öğütmüşler ama…

İlle de dostları kuşatan iklimler…

 

Uçun kuşlar uçun, eriniz murada,

Eşiniz, dostunuz, eviniz orada;

Bu kısacık hayat kalsın hatırada,

Bizleri bekliyor yaşatan iklimler.

                        15.01.1988

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ASKERİN BEKLEYİŞİ

 

 

Askere dediler, askere geldik;

Tezkere dediler, bekleriz hala.

Aylardır burada bu hallere geldik,

Yüz günün üstüne ekleriz hala.

 

Tezkere gelmiyor sabırsız ere,

Endişe edilir, hepsi boş yere;

Dalar gider herkes sevdiği yare,

Gönülde sevgiyi saklarız hala.

 

Akşam olup “yatın” dendiği zaman,

Gürültü son bulup dindiği zaman,

Başlara düşünce bindiği zaman,

Sivil hatırayı yoklarız hala.

 

Küme, küme olur akşam tertipler,

Vazife başında tek olur tipler;

Eski not defteri bir acayipler,

Yıldızı yan yana ekleriz hala.

                        07.04.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ASKERİM GELEMEM

 

 

Ey sevgili sana gelirdim amma,

Kışlalarda bir askerim gelemem.

Kokun alır, yerin bulurdum amma,

Vatana boyun bükerim gelemem.

 

Bayramlarda on gün izin verseler,

Durduramaz o gün beni kimseler.

“İzin yoktur, buradasınız” derseler,

Yüreğimi de sökerim gelemem.

 

Tüfeğimi kavrıyor bileklerim,

Mektubuma cevabını beklerim.

Vermesen de ardardına eklerim,

Satır, satır dert dökerim gelemem.

                               Aralık-1986

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ASKERİN UMUDU

 

 

Gözlerim sılada, mektup gözlerim ben;

Sizlerin mektubu askerin umudu.

Şurdan ötesini her an özlerim ben,

Biterse askerlik gösterin umudu.

 

Mektuplar sılayı yaşatır burada,

Mahzun bu gönlüm, gözlerim kurada.

Mektupla yanıma şöyle bir uğra da;

Tazelensin biraz gözlerin umudu.

 

Ele görünmezmiş ellerin çilesi,

Reva olmayan bu feleğin cilvesi;

Satırlarda tüter sizlerin nefesi,

Kederler içinde askerin umudu.

 

Askerim; sürerim gurbetin demini,

Umuda bağladım hasretin gemini;

On iki ay sonra bekleyin Emin’i

Teselli isterim, çok verin umudu.

                        19.03.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KÜÇÜK GURBETÇİNİN AYRILIŞI

 

Gideceğim yeri

Bilmiyorum, sormayın bana ana.

Ayrılıyorum sizden yana, yana.

Nerde ekmek kapısı varsa çalacağım,

En yakın bir yerde kalacağım;

Gittiğim yerden tez haber salacağım.

Merak etme anacığım,

Merak etmeyin beni;

Hasretinizle yanacağım,

Unutmam sizi anacığım.

 

Geleceğim geri

Akşam kızıllığı dönüyor kana.

Gurbet yolu göründü bana.

Yarın yepyeni bir güneş doğacak,

Bu çileli, kötü günleri boğacak.

O gün bir ses gelecek kulağına,

“Teyze müjdeler sana!”

Göreceksin sonra anacığım,

“şükür” diyeceksin Yaradan’a;

Kavuşacaksın oğluna.

 

Artık salıverin anacığım,

Burada bekletmeyin beni.

Bilirim yaran derin anacığım;

Yarın burada sayın beni;

Döneceğim geri anacığım,

Hoşça kalın.

                08.10.1982

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BİLEMEDİM KİM OLDUM

(Gençliğin Dramı)

 

Daldım uçsuz deryaya,

Balıklara yem oldum.

Küstüm suçsuz deryaya,

Avladılar yem oldum.

 

Daldım bir meyhaneye,

Demlediler dem oldum;

Başladılar içmeye,

Sarhoşlara em oldum.

 

Sürünürken yollarda,

Döküldüm de kum oldum,

Dost ararken ellerde,

Kemlediler, kem oldum.

 

Bataklık olmuş yıllar,

Çamurunda im oldum,

Gelen geçen bir sorar,

Bilemedim kim oldum?

                        23.05.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BİR DAHA

 

 

Bir daha akşam oldu burada,

Ben yine demliyorum kafamı.

Ufukta sıla sisli bir ada,

Baktıkça tazelerim cefamı.

 

Gün vurur ufuktaki adaya,

His dolar oturduğum odaya,

Kalkarım her duyduğum sedaya,

Acaba bu ses bana şifa mı?

 

Orada ayak izim var idi,

Adada dünya bana dar idi,

Yad oldu, dostlar benden farıdı,

El sürer şimdi benim sefamı.

 

Kaç defa daha akşam olacak?

Sabahsız akşam boşa m’olacak?

Kaç kere keder kuşam olacak?

Bu başım yanar dağ mı kafa mı?

                        05.04.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

PUL OLDU GÖNÜL

 

 

Geldi geçti ömrüm, tarumar oldu;

Varamadan dosta, kül oldu gönül.

Yazı-tura gibi bir kumar oldu,

Tesadüfe, şansa kul oldu gönül.

 

Gönül koymak varken Hakk dergahına,

Gafil düştüm küfrün karargahına.

Ortak oldum kulların günahına,

Koklayan her kula gül oldu gönül.

 

Her dost bildiğime güvendim candan,

Dostlarla ortaktı elimde olan;

Kara güne düşüp, kaldığım zaman,

Beş kuruş etmeyen pul oldu gönül.

 

Gönüller sultana saray bilinir,

Zor fethedilir de kolay incinir;

Benimse halime kimler acınır,

Handa her yolcuya çul oldu gönül.

                        03.03.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YALNIZ MABET

 

 

Yalnız başına bir mabet ki;

Hazin, yas tutmuş, anlayan yok.

Taşlaşmış kalpler öyle sert ki…

Dost gibi gelip ağlayan yok.

 

Günde beş defa çağırır da

Düşük çeneler hep vırvırda;

Kulaklar duyar, kalp sağı da…

Aşk ile gelip çağlayan yok.

 

Bir mabet ki bu gamlı, ıssız;

Der; “bu insanlar nasıl gamsız!

İmandan kaçar böyle ne hız?”

Nefsine yular bağlayan yok!

 

Yol kenarında bir bahçede

Bekler gündüzde ve gecede;

Ulu minareler çok ince de

Kafalar kalın; anlayan yok!

                10.09.1986

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İSYANIM FİLAN YOK

 

 

Şimdi çok hüzünlü

Haldeyim bilen yok…

Dertliyi gönüllü

Sormaya gelen yok.

 

Dost dosta hal-hatır

Sormadı yan yatır;

Bana hep aratır,

Aşk yitmiş bilen yok.

 

Yalvarmam bir kula

Kıymazsa bil pula;

Olanlar hayrola!

İsyanım filan yok.

 

Ne sıla, ne gurbet;

Bir değil birçok dert…

Ya Allah bir medet!

Bilirsin yalan yok.

02.01.1986

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ANAM

 

 

Sevgimi sana nasıl göstersem?

Dille anlatmak yetmez ki anam…

Açıp kalbimi görmek istersen,

Görmeye gözün yetmez ki anam!

 

İste canımı, al senin olsun;

Zehiri kalsın, bal senin olsun.

Duam; cennette kal; senin olsun.

Sana dileğim bitmez ki anam.

 

İster köle yap, ister azat et…

Sana hizmetle olur saadet.

Senin ayağın altında cennet,

Uzakta cennet tütmez ki anam!

                        01.02.1986

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BABADAN BABAYA

 

 

Gel hele!

“Yavrum boğuldu!” diyen baba…

Çırpınma kıyıda cahil, cahil.

Bu dalgalar seni de yutar!

İçine dalmak çare değil.

 

El ele

Verseydi bütün babalar;

Korkulukla çevrilseydi sahil…

Olur muydu bu facialar?

Tekneler yegane çare değil.

 

Sahile

Bir şeyler yapmalı; önlem!

Bu durumda facia son değil.

Doğmuşken beyinde bu ünlem…

Yapılsın artık yıkılan sahil.

 

Gel hele!

Yavrum boğuldu diyen baba…

Kalan yavruna rahmet dile;

Bir kural koyalım sahile…

Bitsin bu çile!

 

                23.05.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ŞİİR SANATI ÜZERİNE

 

 

Eski şairlerde ilham yetim dava idi;

Şiir olgundu, yüceydi, dillerde mutluydu.

Vatan, hürriyet, ülkü ve inancı iç içe…

Milletin gönlüne dökülen hayat suyuydu.

 

Şimdiyse ilham kaynağı ferdi zevk, eğlence…

Mağrur sanat ise unutulmaz acı duydu.

Her kalemin ucunda her kalıba girince;

Sonuç; sanatta kısırlık; olacağı buydu!

 

Sanattan maksat davadan geçince havaya;

Şairlik şanı da alınır oldu bedavaya.

                               25.05.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

UKELA

 

 

Bozulmadan yıllanmış;

Pek ala!

Nefsine akıllanmış;

Mahf ola!

 

Eskitmeden kullanmış,

Seğirtmeden yollanmış;

Ne ala!

 

Pullanmayıp çullanmış,

Arlanmayıp sallanmış;

Yıkıla!

 

Sulanmadan ballanmış,

Yıkılmadan dallanmış;

Çok ala!

 

Pillenmeden dillenmiş,

Ellenmeden zillenmiş;

Ukela!

 

Kendineyse ne ala

Bize ise hayrola.

Pay çıkarıp nefsine

Bilmiş kişi; ukela!

        27.11.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DAHA AZ MISIN?

 

 

Kara sevda mı?

Kuru sevda mı?

Gözün yarda mı?

Yoksa avda mı?

 

Malum değilsin;

Melek değilsin;

Senin önünde

Kimler eğilsin!

 

Gözün sürtüyor,

Dilin örtüyor,

Ellerin dursa

İçin dürtüyor.

 

Kalbin karışık,

Yolun karışık,

Sana her gülen

Sence tanışık.

 

Hayan bozulmuş,

Mayan bozulmuş,

Saçına kadar

Sırtın toz olmuş.

 

Azgın şehvetin

Bir tek servetin;

Moruklaşınca

Nedir niyetin…

 

Sen kime yarsın?

Kaç gün yaşarsın?

Birine varır

Onu boşarsın.

 

Telekız mısın?

Dile kız mısın?

Her yere yettin

Daha az mısın?

        06.01.1988

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BULAMADIK

 

Gidişatın nedir hali,

Bilemedik, bilemedik.

Çirkinlerden bir güzeli

Bulamadık, bulamadık.

 

Deli gezen divaneyiz,

Yurdumuzda pervaneyiz,

Vatandaş mı, yoksa neyiz?

Gülemedik, gülemedik.

 

Sarılacak yara çoktur,

Başımızla ara yoktur;

Dertten yana millet toktur,

Dert küpünü yalamadık.

 

Memleketin vardır ahı,

Hükümetten kardır ahı,

Yolsuzluktan ardır ahı,

Mert bir baş da bulamadık.

 

Ozan oldum, sesim yanık,

Onmaz dünya, onmaz artık!

Sema yorgan, nerde yastık,

Minderi de bulamadık.

                13.07.1988

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NE ARARSINIZ

 

 

Eşek arısı bal yapamaz,

Ne ararsınız çiçeklerde!

Çift öküzü döl yapamaz,

Ne ararsınız ineklerde!

 

Yarasa malum; gündüz görmez;

Her insan yolu dümdüz görmez;

Madem gözleriniz pürüz görmez,

Ne ararsınız yükseklerde!

 

Bal dediğim balta imiş,

Milli görevler alta imiş,

Görev dediği hotla imiş,

Ne ararsınız bineklerde!

 

Sever göründün, her gün ezdin;

Milletten aldın, yedin, gezdin.

Madem bu haltı yiyemezdin,

Ne ararsınız peteklerde.

 

Milletten yana davan olmaz,

Abartma söze güven olmaz.

Baykuş sesini seven olmaz,

Ne ararsınız tüleklerde!

 

İcraatınız işte ayan,

Asil milleti hiçe sayan…

Değilsiniz de yılan, çiyan…

Ne ararsınız merteklerde.

                14.07.1988

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SANA BEN NE DİYEYİ

 

 

Yürürsün tıkır, tıkır;

Gülersin fıkır, fıkır;

Oynarsın şıkır, şıkır;

Sana ben ne diyeyim.

 

Caddede uçtan uca,

Açıldın gonca, gonca;

Sığmazsın el avuca,

Sana ben ne diyeyim.

 

Kim sever hayırsızı,

Görmedim böyle kızı.

Ağzında cin sakızı,

Sana ben ne diyeyim.

 

Döküldün, toplanmazsın;

Hem deli hem kurnazsın.

Hocalar bir şey yazsın,

Sana ben ne diyeyim.

 

Hakkında dedikodu

Çoğaldı, şehre doldu;

Giymişsin Alman kotu,

Sana ben ne diyeyim.

 

Bakmadan kara kışa,

Döküldün evden dışa;

Sana anan karışa,

Sana ben ne diyeyim.

 

Gezdiğin dengine mi?

Adın da Emine mi?

Türk müsün çingene mi?

Sana ben ne diyeyim.

 

Sermayemiz, karımız;

Ar bizim şiarımız;

Çıkmış bir sakarımız,

Sana ben ne diyeyim.

                02.04.1988

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ASKERİN ÇAY SOHBETİ

 

 

Hele gel hemşerim, otur içelim;

Muhabbet çayıdır, tükenmek bilmez.

Deminin içinde sıla görünür.

Kaynağı özlemdir, azalmak bilmez;

Azgın köpüğünde Leyla görünür.

 

Şöyle gel hemşerim, otur içelim.

Yavaş, yavaş dolduralım zehirden;

Bir yudumda bitmez hepisi birden.

Demlik yerine kullandığımız

Bu hiç boşalmayan koca şehirden…

 

İlla gel hemşerim, otur içelim.

Yine tazelensin hasretimiz, gel.

Aklını çelmesin rügarlaşan yel.

Üşümüş gibisin, masama yaklaş;

İçimiz ısınsın, gel de bir güzel.

 

Şöyle gel hemşerim, otur içelim.

Bu tatlı zehirle sarhoş olalım.

Biraz dertli, biraz da hoş olalım.

Derim ki yad ellerde çürümektense

Sılada olalım, bir taş olalım.

 

Dile gel hemşerim, otur içelim.

Aşkı yudum, yudum çek, söyleşelim.

Amansız yarayı yine deşelim.

Olmaz burada senlik, benlik; değil mi?

İçin, dışın dolmuş; dök, üleşelim.

 

Öyle gel hemşerim, otur içelim.

Korkma; hasretim çok, yayılır diye;

Masalar dayamaz, kırılır diye.

Bu masa kırılmaz dert ile amma,

Can yıkılır bir gün “çatır, çatır” diye.

 

Yola gel hemşerim, otur içelim.

Hayalden başka yok ki sermayen…

Beraberiz; ha sen yıkıldın, ha ben.

Bu çayı içtikçe yürek genişler.

Yıkılsın varsın gel; yıkıldık zaten!

 

İlla gel hemşerim, otur içelim.

Çayımız demini şimdi buldu, bak!

Daha da net sıla, daha da berrak…

Aksın varsın bırak, gözünün yaşı.

Hasretin buzları erisin, bırak!

 

Maziden zehirli sözler anlat!

Bu şehre kahırlı nazar fırlat.

Söyle, söyleyeyim; otur hemşerim.

Gönülde susmayan sazlar hoyrat!

Gel otur hemşerim, gel söyleşelim.

                        02.03.1988

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GELİN ÂŞIKLAR

 

 

Gelin âşıklar atışmaya,

“Akıl akıldan üstün” derler.

Yoğurt çalınır, süte maya,

Sevdiğin kimse “dostun” derler.

 

Atışalım gel sazlar ile,

Çoğalalım biz azlar ile,

Cevap vermezsen sözler ile

“Niçin aşığa küstün?” derler.

 

Âşıklar çıkar sözle ava,

Hali tellerle eder şekva,

Sözlerle gelir gönül tava,

“Anlamak bizi kastın” derler.

 

Fikirler burda olur tahlil,

Mana konuşur, susar şekil;

Yalan sözlerle olma rezil,

“Ey âşık yine kustun” derler.

 

Arzular gönül hak görmeyi,

Aşkın demine yüz sürmeyi,

Garip kullara hal sormayı

“Hızır gibisin estin” derler.

 

Aşk bağının biz bülbülleri

Fethedemezsek gönülleri,

Eminim kırarım telleri,

“Canına mı bu kastın?” derler.

                29.03.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NE YAPMALI

 

 

Aşk bağında gül açınca

Hakkı için koklamalı,

Gülü solup tükenince,

Gövdesini yoklamalı.

 

İnsanoğlu daralınca,

Yeri, yurdu kar alınca,

Başta dertler yer alınca,

Arzuhali çoklamalı.

 

Ben saklamam doğru sözü,

Aşkın ile besle özü;

Çıkarmadan kaşı, gözü…

Gönülleri toklamalı.

 

Emin sözün emin gibi,

Tavan olsun zemin gibi,

Küt kılıcı keskin gibi

Baş yarmadan yoklamalı.

                16.04.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YALAN DÜNYA

 

 

 

Dünya öyle kalleştir ki

Suçu yükler masumlara.

Berrak suya dalsan bile

Gömer seni yosunlara.

 

İltifatta vardır bühtan,

Alaşağı eder tahttan;

Yapmadığın bir günahtan

Karıştırır efsunlara.

 

Dünya hile, plan dolu,

Hem bülbül hem yılan dolu;

Yiğit dolu, aslan dolu…

Yem oluyor kuzgunlara.

 

Güvenip de bel bağlama,

Teselli’çin çal bağlama.

Ona da gönül bağlama,

Hüzün verir mahzunlara.

                14.12.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

CADDEDEN GEÇENLER

 

 

 

Geçer durur insanlar sağa, sola;

Kimi koşar kimi yürür hızlı, hızlı.

Davet mi var, çarı mı bu yağmurda?

Bu akın nere irili ufaklı, erkekli kızlı?

 

Gaiptir bana bu caddeden ötesi,

Pencereden dışarı bakar dururum.

Hasretliğin, yalnızlığın çilesi…

Başımı bir yana yıkar dururum.

 

Şuradan dışarı geçivermek zor değil,

Ama vatana borcum var benim.

Ne kadar giyinip kuşansam da sivil,

Asker olması şarttır bedenim.

 

Gelir birkaç emekli subay

Tatlı tatlı sohbet eder oturur,

Veya bir dergi veya bir gazete açıp önüne

Kendini başka âleme alır götürür.

 

Tebessüm eden yüzünden ben de

Bir pay alıp tatmak isterim bazen;

Ama gözüm caddede gelip geçende…

İşte bunlardır moralimi bozan.

 

Geçecek başka zaman mı yoktu? Hay aksi!

Düşünceme düğüm vurdu geçen bir taksi.

Ya dişimdeki sızı… tam dağıttı beynimi;

Allak bullak oldum artık. Eyi mi?

        02.02.1987 (Harbiye Orduevi Kütüphanesi)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GÖZ AĞRISI

 

 

Diş ağrısı, diz ağrısı…

En beteri göz ağrısı;

Ben bu derde düşeli de…

Geçti ömrümün yarısı.

 

İçimde hep bir kurt ulur,

Uyku seli kurutulur;

Alevinden kim kurtulur?

Pis yakıyor göz ağrısı.

 

Göz ağrısı beter imiş,

Ölüme bu yeter imiş,

Gönül yine ister imiş,

Bilinmez sır göz ağrısı.

 

Gece şaşkın, gündüz hayal…

Yarım rüya, öksüz hayal;

Deli eder yersiz hayal,

Boşa gider, “Kal!” çağrısı.

 

İlkbaharı yaşamadan,

Kırlarda hiç koşamadan,

Gülüm diye okşamadan,

Düşmüş sonbahar sarısı.

                08.02.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GURBET ELİN GELİNİ

 

 

Anacığım size gelirim amma

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

Kokun alır seni bulurum amma

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

Hiç çağırma bana duyulmaz sesin,

Belki rüzgar ile gelir nefesin.

Ben doğuya düştüm, sen köyümdesin,

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

Mektup ile ara sıra arayın,

Mümkün olsa ben de size varayım;

Anam diye boynunuza sarayım,

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

Emin ile Zeliha’yı unutma,

Dağ başında bu fidanı kurutma,

Küllerimi rüzgarlara dağıtma,

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

Dilleri var bizimkine benzemez,

Garip kızın hiçbir yeri gezemez,

Kızın seni bile bile üzemez,

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

Ceviz kırdım her dilimi siz için,

Ağlar m’anam gurbetteki kız için.

Telefona koştum sesiniz için

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

Her ne yapsam gelirsiniz aklıma,

Sizin ile yediğimiz batırma.

Rahatıma bir diyecek yok amma…

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

O tepeden o tepeye çıkarım

Ufuklardan sanki size bakarım.

Bu destanla canınızı sıkarım,

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

Acı, tatlı sözünüze hasretim,

Bu ayrılık neye benzer, hayretim!

Uçmak için boşa bütün gayretim,

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

Günler değil, aylar değil, yıl değil!

Kaç yıl böyle gurbet bize bir menzil?

Desen; “yeter artık gözyaşını sil”…

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

 

Gelinliğin tadı nedir bilmeden,

Ayırdılar eline yüz sürmeden,

Hiçbir gecem geçmez sizi görmeden,

Gurbet ele gelin verdin uzağa.

                Kasım 1989

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAVRUCUĞUM

 

 

Dokuz aylık yolculuğun

Bitecek mi yavrucuğum.

Senin kokun ile yuvam

Tütecek mi yavrucuğum.

 

Anan, baban hayal kurar,

Yaradan’a seni sorar,

Bülbül gibi aşka yarar…

Ötecek mi yavrucuğum?

 

Anne diye gülecek mi?

Baba diye gelecek mi?

Bir gül gibi olacak mı?

Tütecek mi yavrucuğum?

 

Kelebekler gibi uçup,

Tombul tombul bana koşup,

Kollarıma sarmalaşıp

Yatacak mı yavrucuğum.

                12.11.1989

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

EVİMİZİN BEYİ GELECEK

 

Uyu güzel uyu, yükün ağırdır;

Dinlenmek sana çok iyi gelecek.

Yoldaki yolcuya aşkın ağırdır;

Güzel evimizin beyi gelecek.

 

Uyu güzel uyu, uykun ibadet;

Bu tatlı uykunda vardır bir hikmet.

Uykulu halin de verir saadet,

Çünkü evimizin toyu gelecek.

 

Uyu güzel uyu korka uykudan,

Uzak kal güzelim kaygı, korkudan;

Uçacak gibiyim ulvi duygudan,

Evimin üçüncü oyu gelecek.

 

Üçe çıksın güzel, sofrada kaşık,

Bir kişilik daha olsun bulaşık,

Gönlümüzün şeni, üçlü sarmaşık

Bizim aşkımızın boyu gelecek.

Tatlı yuvamızın soyu gelecek.

                12.11.1989

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖĞRETMENİM

 

Ey sevgili öğretmenim!

Canımdan çok

Sevmediğim tek öğretmenim yok.

Benliğim, ilmim senin…

Seninle gözüm, gönlüm tok.

 

Yok ettin

Karanlığını cehaletin;

Mührünü vurdun

Kalbime adaletin.

Gözünü oydun

Kula kulluğun, kehanetin…

 

Doğruluğa en yumuşak,

Zulme karşı en sert sensin!

Ey sevgili öğretmenim!

Yiğit sensin, mert sensin;

Karanlığın içinde sönmeyen,

Nurla gezen fert sensin.

                1995

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ŞİKÂYETİM İSYAN DEĞİL

 

Her yıl 24 Kasım

Öğretmenler gününde,

Binbir problem durur

Öğretmenin önünde.

Zira aldatmaca bu günde…

Öğretmene verilir umutlar;

Lafa gelince, övgüde!

Kaldırılır tüm hudutlar.

Minicik çocuklar kadar

Olsaydı büyükler de kibar…

Ayaklar altında olmazdı

Bu mesleğe itibar.

Meslekler içinde en kutsal

Öğretmenliktir. Amenna!

Ücrete gelince en azını alır,

Kim bu ücrete verecek mana.

24 Kasım gününe

Kalmadı yine harçlığım,

Geldim bu gün buraya

Bilinmesin diye açlığım.

Burda gerçeği söylerim,

Sanmayın isyandır sözlerim;

Ben de mevsimlik işçi kadar

Birazcık rahat olmayı özlerim.

Ben gönüllü hizmetkârım,

Ama bir tarafım hep yarım.

Felek cilve yapar durur…

Her şeye rağmen ben…

Ben çiçeklerime bakarım.

                        1994

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖĞRETMEN ÖĞRETTİ

 

Bize bizi,

Dünyayı, Türkiye’mizi,

Vatana hizmeti

Öğretmen öğretti.

 

Matematiği, fiziği, kimyayı,

Denizi ve sonsuz uzayı,

Canlıların can damarı

Suyu, havayı

Öğretmen öğretti.

 

Tanıttı bize kutsal vatanı;

Şu mübarek vatan

Topraklarında yatanı,

Yıkılmıştı vatan…

Kurtaran Ata’mı tanıttı.

 

Saygıyı, sevgiyi,

Kötüyü, iyiyi

Öğretmen öğretti.

 

Ademden bu yana,

Hücreden insana,

Kimdir Yunus, Mevlana?

Her şeyimi bana

Öğretmen öğretti.

 

Dünyayı, yurdumuzu,

Tabiat güzelliği

Bitki örtümüzü,

Kahraman, güvenli ordumuzu

Öğretmen öğretti.

 

Bizde idi en üstün medeniyet,

Hepsi geleceğe ibret;

Zaferden zafere

On altı büyük devlet…

Şu dünya ve ahret,

Ahlak ve insaniyet

Nedir? Öğretmen öğretti.

 

Nasıl kuruldu Türkiye!

Akdeniz, Karadeniz, Ege’de,

“Kanım, canım, vatanım” diye

Kimler şehit cephede,

Her şeyi öğretmen öğretti.

 

Yoktu eğitim, öğretim

Yakın zamana kadar;

Kara cahildi memleketim;

Artık okul var,

Öğretmen var.

Sen kurtarıcımsın benim,

Kutsal görevdesin

Sevgili öğretmenim.

 

Yaşamayı sevdirdin,

Sosyal bilgilerle

Geleceği gösterdin.

Sana borçluyum öğretmenim!

                12.11.1981

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖĞÜT

(Bir öğrencimin hatıra defterine)

 

 

Sen ki dünyanın en şerefli milletine mensup,

En güzel vatanın evladısın.

Var gücünle sarıl kutsi değerlere.

İlmek ilmek ör güzellikleri gönlüne…

Layık olduğun yerini al dünyada.

 

Düşün! Dün ne idik, yarın ne olacağız;

Allah’ın ipine sarılmakla yoğrulacağız.

Ne olur unutma öğütleri.

Işık alacağın yeri iyi bil; koş ileri…

Şaşma inşallah her iki cihanda.

 

Sev Hakk’ın sev dediğini; sev, sevil.

                               2005

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

G   A   P

 

 

GAP’la yeni bir kapı

Açıldı Türkiye’me!

Gül oldu yöre halkı,

Açıldı Türkiye’me.

 

Barışa, güvenliğe,

Umuttur esenliğe;

Bak Harran’da şenliğe

Can oldu Türkiye’me.

 

Türküz, lazız, çerkeziz;

Doğu, batı kardeşiz.

Heyecanlı kalbimiz

Yakıldı Türkiye’me.

 

Taşsın mı dersin, he mi?

Coşuyor ekonomi;

Ne güzel bir armoni,

Yayıldı Türkiye’me.

 

Atatürk Baraj’ı can…

Kuvvet alıyor vatan;

Kıskanıyor hep düşman,

Bayıldı Türkiye’me.

 

Milli gelir dengeli

Tüneller delineli;

Bollaştı halkın eli,

Sarıldı Türkiye’me.

 

Doğuda bir aydınlık,

Kalmadı hiç karanlık,

Altın, gümüş gerdanlık

Takıldı Türkiye’me.

                1998

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YUNAN’A

 

(Bu şiir 28.03.1987 tarihinde Yunan savaş gemisinin Ege’de Türk karasularını işgal etmesi sonucu zamanın başbakanı Turgut ÖZAL’ın vermiş olduğu nota sonrasında yazılmıştır.)

 

 

Yunanistan kaşınmaya başlamış,

Ezebilir bitlerini Türkiye.

Mehmetçik hazır, gücenme ey Yunan!

Ürkütürse itlerini Türkiye.

 

Ege’yi hep kurcalayıp durdunuz,

Uslu durun dedikçe kudurdunuz,

Ege’ye dökülür bilin ordunuz,

Salarsa yiğitlerini Türkiye.

 

Almıştın ya son dersini Kıbrıs’ta,

Unuttun mu yoksa beynin mi hasta?

Açmaya başlarsa şaşma Rodos’ta

Zaferin kilitlerini Türkiye.

 

Neye susadınız ey Papandıro?

Türkler diyor sana: “papağandır O!”

Suçlusunuz; acımaz artık Nato,

Çarparsa Girit-lerini Türkiye.

 

İstemediniz yüzyüze diyalog,

Korktular sanıp, dediniz “yürek yok.”

Her zaman söylemişti “karnımız tok”

Şaşma yerse itlerini Türkiye.

 

Gebe kalmak yoktur ele, Yunan’a,

Böyle büyütür oğlunu her ana.

İman yüklü göğsün gerer düşmana,

Salsın mı yiğitlerini Türkiye

 

Emin der ki; isterseniz geliriz,

Sizi sizden daha iyi biliriz,

Girit’i de Mora’yı da alırız

Salsın yeter jetlerini Türkiye.

                        28.03.1987

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ARKADAŞ

 

Bazen bir cana bin can değer amma…

Candan diye güvenme her adama.

Kimisi ücret ister her adıma,

Değişir seni sürtük bir kadına.

Arkadaş var cevher bilir adını,

Esirgemez senden cevher, altını.

İşte böylesine arkadaş gerek,

Senle feda edilecek baş gerek.

                        02.12.1984

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DOST

 

 

Gönül fakirliğiyle yokluğu yaşayan

Zengin bir dost yerine,

Gönül zenginliğiyle zenginliği tadan

Fakir bir dost koy serine.

 

Eğer insanlık dışı tapmaktansa

Zalim şöhretin posterine,

Fani dünya zevkine yetebilen eski,

Yarım bir post koy yerine.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAÇAMAK

 

 

Git sor; şöhret sahibi mutlu mu yaşıyor?

Nasıl olur yaşamak?

Onlar ki mutluluğa hasretle yanıyor,

Şöhret yolu kaçamak.

 

Güya Allah’tan uzak kalmakmış mutluluk,

Birinci adres meyhane…

Sorsan: “Bu rezalet ne?”

O zaman gel gör ki

Kaderedir bahane.

                   19.01.1984

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MER’ET

 

 

Kaldırmış hayayı, iffeti

Bak, şu televizyon mereti.

Beyhude oyalar milleti

Böyle televizyon mereti.

 

Varsa eğer imandan zerre,

Alır gider göz göre, göre;

Hizmeti sadece küfüre

Hele televizyon mereti.

 

Zamanın genci oldu kukla,

Durdurur, ziyan verir akla,

İnanmazsan açıver yok,

Öyle televizyon mereti.

 

Ne Türk Halk müziğinin sazı,

Ne sanat müziği hicazı,

Doldurmuş Avrupa’nın cazı

Kahpe televizyon mereti.

 

Dinimize hakaret eder,

Töremize de vurur hançer,

Vurdu! Alkışlarız beraber

Sille, televizyon mereti.

 

Avrupa’nın modasına bak,

Evimizdeler çıplak, çıplak;

Türk’e uğrak, batıya durak

Köle televizyon mereti.

 

Ney’diğinden edilir şüphe,

Erkek dersin, kulakta küpe,

Çağ sayesinde oldu kahpe

Hele, televizyon mereti.

 

Açsalar, bir sürü cazırtı,

İnsan çoktur, hiç yok lakırtı;

Toplumu sohbetten ayırdı

Zilli televizyon mereti.

 

Renksiz, renkli… sonra video;

Maykıl Ceksın, Marlen mrondo,

Bizden değil, radyo ne de o

Kahpe Televizyon mereti.

 

Oynarmış TV de bir film,

Dedik, güzelmiş, seyredelim;

Kapatamam ki… bağlı elim,

Öle, televizyon mereti.

 

Aleyhimize gelmiş meret,

Türk varken burda Türke hasrat,

TRT nin işiymiş: Hayret!

Öle! Televizyon mereti.

                   06.02.1985

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇALIŞ

 

Haydi

Koş, koş…

Tembellik boş,

Gürle ve coş,

Hayat ne hoş!

Çalış, şen ol;

Gözde sen ol.

 

Durma!

Çalış, çalış;

İşe alış.

Ele karış,

Topla alkış,

Karış ele

Barış dile.

 

Vatanına

Hizmet etmek,

Hürmet etmek

Atasına;

Saygı duymak

Başkasına…

 

Hayat böyle

Anlam bulur;

Adam olur

İnsan böyle,

Zahmet eyle

Barış için.

         14.02.1988

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder